Message Icon
E-posta
info@varis-son.com
Phone Icon
Telefon
+90 850 255 24 23

Akciğer iğne biyopsisi, diğer iğne biyopsilerinden farklı olarak az sayıda merkezde yapılabilen ve genellikle çekinilen bir biyopsi işlemidir. Bunun nedeni pnömotoraks (akciğer zarlarının arasına hava kaçması) ve kanama gibi komplikasyonlarının olmasıdır. Bu nedenle, günümüzde hala birçok merkezde akciğer biyopsisi ya yapılmamakta ya tanı değeri düşük olan ince iğne biyopsisi şeklinde uygulanmakta ya da cerrahi operasyonla biyopsi alınmaktadır.

Ancak, cerrahi biyopsi aslında bir akciğer ameliyatıdır ve genel anestezi altında geniş bir kesiyle yapılan bir operasyondur. Cerrahi biyopsi sonrası, hastalarda belirgin ağrı gelişir, normal yaşama dönüş süresi uzundur ve birçok hastada operasyona bağlı komplikasyonlar nedeniyle kemoterapi, radyoterapi gibi esas tedavilere başlama süresi gecikir. Bu nedenle, akciğerde biyopsi için cerrahi operasyon son çare olarak uygulanmalıdır.

Akciğer biyopsisi yapılan bazı merkezlerde, pnömotoraks riskini azaltmak için kesici iğne (trukat, kor biyopsi) yerine ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) uygulanmaktadır. Ancak, İİAB de doku parçaları yerine hücre kümeleri alındığından tanı değeri düşer, ayrıca kanser tedavisine yön veren histokimyasal, genetik ve reseptör analizleri yapılamaz. Bu nedenle, akciğer biyopsisinde İİAB yöntemi zorunlu kalmadıkça kullanılmamalıdır.

Akciğerde ideal biyopsi yöntemi kesici iğne biyopsisidir (trukat ya da kor biyopsi). Bu yöntemde, önce lokal anestezi altında ve tomografi rehberliğinde bir kılavuz iğne ile akciğerdeki kitleye ulaşılır, daha sonra da bu iğnenin içinden gönderilen daha ince bir kesici iğne ile kitleden çok sayıda parça alınır. Yeterli miktarda örnek alındıktan sonra, her iki iğne dışarı alınarak işlem sonlandırılır. Deneyimli ellerde, bu şekilde uygulanan akciğer biyopsisinin tanı değeri %95 in üzerindedir.

Akciğer biyopsisinde en sık rastlanan komplikasyonlar kanama ve pnömotorakstır. İşlem sırasında ağızdan az miktarda kan gelmesi sık olarak görülür ve kendiliğinden geçer. Pnömotoraks ise özellikle amfizemli hastalarda sıktır ve ciddi solunum sıkıntısı yaratabilir. Pnömotoraks riski akciğer zarından geçiş sayısı ve iğnenin kalınlığı ile artabilir. Uygulayıcı hekimin deneyimi, pnömotoraks riskini azaltan en önemli faktörlerden birisidir. Pnömotoraks hafifse, artmıyorsa ve hastada solunum sıkıntısı yoksa sadece takip yeterlidir, aksi durumlarda tedavi gerekir. Tedavide önce iğne ile havanın emilmesi denenir, yeterli olmazsa ince bir kateter yerleştirilerek aralıklı olarak hava emilir. İnatçı durumlarda cerrahi olarak tüp takılması gerekebilir.

Akciğer biyopsisi genellikle klasik tomografi kılavuzluğunda yapılmakla birlikte, son yıllarda yaygınlaşan cone beam CT cihazları akciğer biyopsisi için daha uygundur. Klasik tomografi sadece 2 boyutlu görüntüler verirken, bu cihazlarda iğne, akciğer ve hedef kitle birbirine dik üç düzlemde aynı anda görüntülenir. Cone beam CT ile akciğer biyopsilerinin daha kolay ve emniyetli olarak yapılabildiği literatürde de bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Merkezimizde de son 4 yılda yapılan 1200 civarında akciğer biyopsisinin neredeyse tamamı cone beam CT ile gerçekleştirilmiştir. Bu biyopsilerin sadece %10 unda pnömotoraks gelişmiş, bunların çoğunda tedavi gerekmemiş, tedavi gerekenlerin de çoğunda iğne ya da minik bir kateterle pnömotoraks giderilmiştir. Biyopsi yapılan 1200 hastanın sadece %1 inde cerrahi olarak göğüs tüpü takmak gerekli olmuştur.

Tomografi rehberliğinde akciğer ve mediasten biyopsileri

Sonuç olarak akciğer biyopsisi, yüksek volümlü ve deneyimli merkezlerde uygulandığında komplikasyon oranı düşük ve tanı değeri son derece yüksek bir iğne biyopsisi yöntemidir. Akciğer biyopsisi mutlaka kesici iğne ile yapılmalı, İİAB den kaçınılmalı ve cerrahi biyopsi iğne biyopsisinin hiçbir şekilde uygulanamadığı durumlarda son çare olarak düşünülmelidir.